23 Kasım 2012 Cuma

Labirentteki Fare



  İnsanlar hep daha iyisini kazanmak için çabalar durur. Daha güzel bir ev, daha şık bir araba hatta daha şık 2. araba. Peki bunun sonu nedir? Dünyanın tepesi neresidir? Ya bir gün gelir de cidden insan kendi kendine artık istediğim başka bir şey yok der ise. O zamana kadar elde edilen her şey aslında gerçekten istenmiş midir? 20 yaşında bir genç ayağını yerden kesecek bir arabayı arzularken, 30 yaşına geldiğinde neden ikinci aracı aramaya koyulur. Daha on yıl öncesine kadar istediği şey 'bir' araba değil miydi? O zaman dürüstçe diyebiliriz ki 20 yaşındayken bile istediği şey aslında bir araba değildi, iki hatta üç, dört, beş arabaydı belki de. Peki bu açıdan bakmaya devam edersek hayata elde etmenin sınırı nedir? Sonsuz sayıda araba, sonsuz sayıda ev sonsuz sayıda her şey; yani tüm dünya.

  Şimdi de tüm dünyaya sahip sadece bir kişiyi düşünelim, istediği her şeyi gerçekten elde etmiş midir yoksa aslında istediği her şeyi kayıp mı etmiştir? Yani istediği hiç bir şey kalmayan insan isteklerini elde eden midir yoksa elinde hiç bir şeyi olmayan mıdır? Tüm dünyayı kazanmış varlık kendi kendine 'ya şimdi?' demez mi?

 Tüm arzuları tatmin etmek insanı hiçliğe sürüklüyorsa eğer, doğru yol arzulamamak mıdır? İstenilen her şeyin sonu geliyorsa sonsuz olan hiç bir şey yok mudur? 'Ya şimdi?' diyen insan hayatta doğru yoldan mı ilerlemiştir?

  Hayat bir labirent ise eğer yanlış seçimi yapmış olan sadece isteklerinin kölesi olanlardır. Yıllar verilerek elde edilen o statünün, mal varlığın aslında sadece labirentteki peynir parçaları olduğunu, onlarınsa bu labirentte ne yaptığını bilmeden, ve bunu hiç düşünmeden, ilerleyen birer fare olduklarının kanıtıdır 'Ya şimdi?' demek. Peynirleri takip eden fare çıkışa ulaşır elbet ancak çıkışta onu bekleyen tek şey fare kapanıdır. Ve fare peynir yemekle o kadar meşguldür ki kafasını kaldırıp rengarenk duvarları incelemeye fırsatı olmaz.

 Peki her fare kafasını hiç kaldırmadan peynir mi yer? Neyse ki bazı istisnalar var. Bunlar çok geç olmadan kafasını kaldırıp da 'Ne yapıyorum ben?' diyenlerdir. Tarihte bir çok düşünür, bilim adamı(gerçekten 'bilim' adamı) bunu fark edip hayatta her şeyin maddiyat olmadığı sonucuna varmışlardır ve çevrelerindeki dünyayı incelemiş ve düşünmüşlerdir. Ve insanlık buna karşılık onların adlarını nesilden nesile taşımıştır. Ve onlar hala bizim için labirentte dolaşan farelerdir.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Psikolojik Savaş ve Enerji Üstüne

  Hayatın her alanında olduğu gibi insan ilişkilerinde de rekabet sosyal düzeni şekillendiren en önemli ögedir. Toplumsal süreçlerle oluşan insan karakteri, tüm geçmişiyle birlikte, ikili bir ilişkide karşısında bulduğu karakterle bir savaşa girişir.  Fikirler, kültür, dini görüş her konuşmamızda ortaya çıkar ve bilinmez bir savaşı her sohbette başlatır. Çoğu insan bu savaşın farkında bile değildir ancak istisnasız her sohbet bir tarafın baskın diğer tarafın pasif olmasıyla devam eder. Bu savaş tamamen psikolojik bir savaştır.Bu psikolojik savaşta insanın bilgisi ve kültürüyle, aileden ve çevreden öğrendiği duruşuyla bir pozisyon kazanır ve bu pozisyon aslında onun dışarıya yaydığı enerjiyi temsil eder. Çevrenizdeki arkadaşlarınızı düşünün, baş başayken hissettiklerinizi düşünün. Kimiyle maceracı olursunuz, kimiyle derin sohbetlere dalarsınız. Şimdi de bu farklı arkadaşlarla aynı ortamda olduğunuzu düşünün, peki o zaman ne olur? İşte o zaman baskın ve pasif duruşlar ortaya çıkar, ve sizin tutumunuz da aslında tamamen bu duruşla ilgilidir.Yazımın başında da belirttiğim gibi pasif mi baskın mı olacağınızı o ana kadar yaşadığınız ve öğrendiğiniz her şeyin savaşı kazanıp kaybetmesi karar verir.