27 Kasım 2013 Çarşamba

 Uykusuzluk bastırdı iyice. Uyumam gerek. Ama beni boğan bu loş odada göz kapaklarım kapanmamakta ısrarcı. Düşünüyorum neredeydim, nereye geldim. Başarı anlamında bir şey değil bu sadece bir değişiklik. Adeta bir çiçek gibi gün be gün solup tekrar açıyorum, tekrar başlıyor hayata ve tekrar ölüyorum. Bu düşünceler beni kahrediyor. Biliyorum bana has değil yaşamı sorgulamak, insanlık sorularla dolu biliyorum. Ama nasıl rahat uyuyorlar onu bilemiyorum işte. Bu yalnızlık beni mahvediyor. Eriyorum bu kalabalıkta. Yapraklarım döküldü henüz yirmi yaşımda. Kurudur artık dallarım, zaten hiç meyve vermedim. Hangi işe başladıysam hep yarım, hep eksik bir şeyler var. Biliyorum siz de düşünüyorsunuz nedir bu hayat denen şey. Nedir bu bitmek bilmeyen aynı zamanda da hızlıca tükenen şey. Zaman mı geçen yoksa günler mi. Eğer zamansa tükettiğimiz, ölüyoruz demektir ama eğer günleri tüketiyorsak hiç doğmamışız demektir. Ben günleri tüketiyorum, hem de art arda. Ve tükenmesini heyecanla bekliyorum çünkü biliyorum gün gelince sonsuz bir karanlık egemen olacak varlığıma. Duyum yok; hisler, anılar, trajediler yok. Son bulacak hepsi o gün. Benim de içimi rahatlatan bu, kimileri sonsuz mutluluk dolu bir cennet yaşamı ister hayattan sonra ben ise yalnızca hayatın bittiği günü görmek istiyorum. Çünkü eğer cennet varsa o benim cehennemim olacak, bunu biliyorum. Yirmi yıl taşımakta güçlük çektiğim omzumdaki bu yüklerin artarak sonsuza kadar devam etmesi ne vahim bir şey olurdu. Sesimi çıkarmadan içime attığım onca şey birikerek, adeta bir çığ gibi, cennetime hücum ederdi.

 Yirmi yıldır yaşadığım bu kurulu düzeni ben seçmedim. Ne ülkemi, ne şehrimi, ne ailemi ne de arkadaşlarımı ben seçmedim. Hepsi altın tepside sunuldu bana, ve ben tükettim. Ailemin yanında ailemi tükettim, sevdiğimin yanında sevgimi tükettim ve o güzelim şehirde unutulmaz anıları tükettim. Şimdi şehrimden, ailemden ve sevgimden uzağım. Ve bana yine altın tepside sunulan İstanbul'da gençliğimi tüketiyorum. Yaktığım her sigarada, yediğim her yemekte, içtiğim her suda, geçen her günde... Bir bir tüketiyorum her şeyi ve elimde ne varsa olmayanın arzusuyla mahvediyorum benliğimi. Bu kirlenmiş toplumsal varlık, mahvediyor kendini hak ettiği gibi. Toplum beni bu hale getirdi ve şimdi ben ne reddedebiliyorum gerçeği ne de engel olabiliyorum. Çünkü biliyorum hepimiz bu çarkın içindeyiz, hepimiz salıyoruz zehrimizi birbirimize. Kinle, nefretle ve çoğu zaman sevgiyle. Çünkü en çok zarar veren sevgidir bize. Sevdiğimizi mahvetmek, yok etmek isteriz. Bizsiz yaşayamaz hale gelsin isteriz. Ve bundan emin oluncaya kadar içimiz içimizi yer. Emin olduğumuz zaman ise o kişi ailemiz olur, arkadaşımız olur, sevgilimiz olur. Biliyorum ki bıraktım bu zehri hepinizin içine, biliyorum ki anılarla kirlettim hayatınızı. Travmanız oldum, göz yaşınız oldum, mutluluğunuz oldum. Bunların hepsi zehrimin eseri işte. Gün be gün işledim hayatınıza o ilişki denen illeti. Artık gözümün içine bakıyor gözleriniz; merak ediyor, sorguluyor ve merhamet dileniyor benden. Yokluğumda anılarımla bulandırıyorum yaşamınızı, varlığımda yargılarımla. Ama şunu bilin ki ben, ben değilim. Ben gördüğünüz şu dünyanın kusursuz bir ürünüyüm. Ben Roma İmparatorluğuyum, Cezayir katliamıyım, dünya savaşlarıyım. Ben bu dünya üzerinde yaşanmış her şeyim. Yüzyıllardır yaşanmış toplumsal, siyasi hatta kişisel her şeyin bir türeviyim ben. Onlarla şekillendim, onlarla yetiştim. Ben yirmi yıldır yaşanmış her şeyim,bana bu öğretildi bu gösterildi. Eğer ağlattıysam sizi bu yüzdendir, eğer kahkahalar attıysanız sayemde işte yine bu yüzdendir.

 Ve size gelince, siz de en az benim kadar bir toplum ürünüsünüz. İster reddedin bu dünyayı, ister yok sayın. İster bilmiyor olun Fransız İhtilalini, ister her detayı biliyor olun tarihteki. Ne isterseniz olun ama bilmediğiniz bir şey var, içinizde bir yerde-belki çok derinde,bilinçaltında- omzunuzda bu yükle yürüyorsunuz kendi sonunuza. Teslim etmek için bu tarihi yükü kendi çocuklarınıza, kardeşlerinize, torunlarınıza. Biliyorum, çünkü gördüm zehir torbalarınızı.

22 Kasım 2013 Cuma

Gece ve yine gece

Yalnızlık gece kadar hafif
Ve gece, siyah yıldızsız bir gece
Bitmek bilmez döngü bu
Yaşam denen bilmece

Gece çeker kendine
Nefes nefes, hece hece
Tüketir benliğimi her saniyesinde
Yaklaştığım bu yerde

Sessizliktir tek hakikat
Takatim yok ayrılmaya
Ve yorgunum mutluluk kadar
Gece ve yine gece

Bitsin artık bu bilinmez
Bu mekruh yerleşke
Ah bu suskunluk, bu acı yalnızlık
Bu karanlık bu ışıksız kare
Sonu gelmez serzeniş
Çığlıklar senfonisi
Dindirsin kederimi

Ve gece ah yine gece
Sen aldın beni benden
Bir şehir kadar virane
gülüşler kadar kahpe
ah sonu olmayan gece
Son ver artık bu gidişe

Sükut ve işkence
Yankılanır her ezgide
Hüzün, üzüntü ve cefa
Kalmadı artık bir mana
Ah solgun, kimsesiz gece
Dök yapraklarını kalbime
Süzül usulca kara toprağına
Dualarla karşılandığın
Göz yaşlarıyla karıştığın
O siyah hakkaniyete 
Kavuş sualsiz memleketine

Ah gece, yine yine ve yine
Al beni kendi mabedine
Dindir artık şu fırtınayı
Vakti geldi durulmanın
Bu fani medeniyette
Zamanıdır kavuşmanın
Senin o gaddar ellerinde