24 Aralık 2013 Salı

İsmail Arı'ya

Sustun, bir şey gizler gibiydin
Penceresinde mavi göklerin
Omuzlarında ayaz ,
Sesi kalmıştı gitmelerin

Hıçkırıklarında kara deniz
Seni çağırıyordu usulca
Ayaz bitsin artık
Gel son ver buna
Dedi fısıltıyla köprüye

Bir sonu yok yalnızlığının
Bir çıkışı, bir kaçışı
Gözyaşların dindirmez ağrını
Zaman düzeltmez hiçbir anıyı
Hatıralardır, düşmanındır zaman
Gel aç kollarını bana
Bir son ver buna

Havada süzülürken ellerin
Dağıldı tüm kederlerin
Her şeyin bitişi gibi
Hayatın bitişi de sessizdi

Gövden çiçekler saçtı denizde
Köprünün altından sular geçti
Bir neden aradılar cesete bakarken
Gencecikmiş halbuki
Ne yazık dediler
Onlar bilemezdi ki
-hayal bile edemezdi-
İki, üç nedeni
veya hiç nedeni
Nedensizliği

En tepeyi görmedi onlar
En dibi-cehennemi-
Ortada başladılar hayata
Hep ortada bitti

Ama sen gördün
Sen tattın başarıyı
Göklere çıktın bir anda
Kendini gördün yeryüzünde
Yapayalnız, gülünç
Alkışları duydun en tepede

Yazık oldu gençliğine dediler
Çok zekiydi yazık oldu
Bu kadar başarıya rağmen
Neden atladı o köprüden

Deniz getirdi seni Bebek kıyılarına
Boğularak öldü dediler
Otuz yaşında boğuldu ayazdan












karanfil


Güldü karanfil yalnızlığına
Eğdi o dik başını ardından
oysa nerelere gitmek isterdi
izin verilseydi yürümesine
dünyayı görmek gezmek isterdi
ama yoktu ayakları karanfilin
adım atmak için

her seferinde daha da dibe en dibe
saldı ince uzun köklerini
battı çamura bağlandı toprağa
uçmaktı isteği karanfilin
öldü
yalnız başına


27 Kasım 2013 Çarşamba

 Uykusuzluk bastırdı iyice. Uyumam gerek. Ama beni boğan bu loş odada göz kapaklarım kapanmamakta ısrarcı. Düşünüyorum neredeydim, nereye geldim. Başarı anlamında bir şey değil bu sadece bir değişiklik. Adeta bir çiçek gibi gün be gün solup tekrar açıyorum, tekrar başlıyor hayata ve tekrar ölüyorum. Bu düşünceler beni kahrediyor. Biliyorum bana has değil yaşamı sorgulamak, insanlık sorularla dolu biliyorum. Ama nasıl rahat uyuyorlar onu bilemiyorum işte. Bu yalnızlık beni mahvediyor. Eriyorum bu kalabalıkta. Yapraklarım döküldü henüz yirmi yaşımda. Kurudur artık dallarım, zaten hiç meyve vermedim. Hangi işe başladıysam hep yarım, hep eksik bir şeyler var. Biliyorum siz de düşünüyorsunuz nedir bu hayat denen şey. Nedir bu bitmek bilmeyen aynı zamanda da hızlıca tükenen şey. Zaman mı geçen yoksa günler mi. Eğer zamansa tükettiğimiz, ölüyoruz demektir ama eğer günleri tüketiyorsak hiç doğmamışız demektir. Ben günleri tüketiyorum, hem de art arda. Ve tükenmesini heyecanla bekliyorum çünkü biliyorum gün gelince sonsuz bir karanlık egemen olacak varlığıma. Duyum yok; hisler, anılar, trajediler yok. Son bulacak hepsi o gün. Benim de içimi rahatlatan bu, kimileri sonsuz mutluluk dolu bir cennet yaşamı ister hayattan sonra ben ise yalnızca hayatın bittiği günü görmek istiyorum. Çünkü eğer cennet varsa o benim cehennemim olacak, bunu biliyorum. Yirmi yıl taşımakta güçlük çektiğim omzumdaki bu yüklerin artarak sonsuza kadar devam etmesi ne vahim bir şey olurdu. Sesimi çıkarmadan içime attığım onca şey birikerek, adeta bir çığ gibi, cennetime hücum ederdi.

 Yirmi yıldır yaşadığım bu kurulu düzeni ben seçmedim. Ne ülkemi, ne şehrimi, ne ailemi ne de arkadaşlarımı ben seçmedim. Hepsi altın tepside sunuldu bana, ve ben tükettim. Ailemin yanında ailemi tükettim, sevdiğimin yanında sevgimi tükettim ve o güzelim şehirde unutulmaz anıları tükettim. Şimdi şehrimden, ailemden ve sevgimden uzağım. Ve bana yine altın tepside sunulan İstanbul'da gençliğimi tüketiyorum. Yaktığım her sigarada, yediğim her yemekte, içtiğim her suda, geçen her günde... Bir bir tüketiyorum her şeyi ve elimde ne varsa olmayanın arzusuyla mahvediyorum benliğimi. Bu kirlenmiş toplumsal varlık, mahvediyor kendini hak ettiği gibi. Toplum beni bu hale getirdi ve şimdi ben ne reddedebiliyorum gerçeği ne de engel olabiliyorum. Çünkü biliyorum hepimiz bu çarkın içindeyiz, hepimiz salıyoruz zehrimizi birbirimize. Kinle, nefretle ve çoğu zaman sevgiyle. Çünkü en çok zarar veren sevgidir bize. Sevdiğimizi mahvetmek, yok etmek isteriz. Bizsiz yaşayamaz hale gelsin isteriz. Ve bundan emin oluncaya kadar içimiz içimizi yer. Emin olduğumuz zaman ise o kişi ailemiz olur, arkadaşımız olur, sevgilimiz olur. Biliyorum ki bıraktım bu zehri hepinizin içine, biliyorum ki anılarla kirlettim hayatınızı. Travmanız oldum, göz yaşınız oldum, mutluluğunuz oldum. Bunların hepsi zehrimin eseri işte. Gün be gün işledim hayatınıza o ilişki denen illeti. Artık gözümün içine bakıyor gözleriniz; merak ediyor, sorguluyor ve merhamet dileniyor benden. Yokluğumda anılarımla bulandırıyorum yaşamınızı, varlığımda yargılarımla. Ama şunu bilin ki ben, ben değilim. Ben gördüğünüz şu dünyanın kusursuz bir ürünüyüm. Ben Roma İmparatorluğuyum, Cezayir katliamıyım, dünya savaşlarıyım. Ben bu dünya üzerinde yaşanmış her şeyim. Yüzyıllardır yaşanmış toplumsal, siyasi hatta kişisel her şeyin bir türeviyim ben. Onlarla şekillendim, onlarla yetiştim. Ben yirmi yıldır yaşanmış her şeyim,bana bu öğretildi bu gösterildi. Eğer ağlattıysam sizi bu yüzdendir, eğer kahkahalar attıysanız sayemde işte yine bu yüzdendir.

 Ve size gelince, siz de en az benim kadar bir toplum ürünüsünüz. İster reddedin bu dünyayı, ister yok sayın. İster bilmiyor olun Fransız İhtilalini, ister her detayı biliyor olun tarihteki. Ne isterseniz olun ama bilmediğiniz bir şey var, içinizde bir yerde-belki çok derinde,bilinçaltında- omzunuzda bu yükle yürüyorsunuz kendi sonunuza. Teslim etmek için bu tarihi yükü kendi çocuklarınıza, kardeşlerinize, torunlarınıza. Biliyorum, çünkü gördüm zehir torbalarınızı.

22 Kasım 2013 Cuma

Gece ve yine gece

Yalnızlık gece kadar hafif
Ve gece, siyah yıldızsız bir gece
Bitmek bilmez döngü bu
Yaşam denen bilmece

Gece çeker kendine
Nefes nefes, hece hece
Tüketir benliğimi her saniyesinde
Yaklaştığım bu yerde

Sessizliktir tek hakikat
Takatim yok ayrılmaya
Ve yorgunum mutluluk kadar
Gece ve yine gece

Bitsin artık bu bilinmez
Bu mekruh yerleşke
Ah bu suskunluk, bu acı yalnızlık
Bu karanlık bu ışıksız kare
Sonu gelmez serzeniş
Çığlıklar senfonisi
Dindirsin kederimi

Ve gece ah yine gece
Sen aldın beni benden
Bir şehir kadar virane
gülüşler kadar kahpe
ah sonu olmayan gece
Son ver artık bu gidişe

Sükut ve işkence
Yankılanır her ezgide
Hüzün, üzüntü ve cefa
Kalmadı artık bir mana
Ah solgun, kimsesiz gece
Dök yapraklarını kalbime
Süzül usulca kara toprağına
Dualarla karşılandığın
Göz yaşlarıyla karıştığın
O siyah hakkaniyete 
Kavuş sualsiz memleketine

Ah gece, yine yine ve yine
Al beni kendi mabedine
Dindir artık şu fırtınayı
Vakti geldi durulmanın
Bu fani medeniyette
Zamanıdır kavuşmanın
Senin o gaddar ellerinde


30 Mayıs 2013 Perşembe

Ben ölürsem eğer
Bu dünya dönmeye devam eder.
Denizler şarkısına,
Ağaçlar fısıltısına
Ve rüzgar,
Esmeye devam eder

Ben ölürsem eğer
Ölüm, yaşamaya devam eder.
Şehirler bombalanmaya,
İnsanlar vurulmaya
Ve güneş her sabah
Kan kırmızısı doğmaya devam eder.

Ben ölürsem eğer
Günler aylara
Aylar yıllara yoldaşlığa devam eder
Ve ardımda bıraktığım bu dünya
Kendi sonuna ilerler

Ben ölürsem bir gün
Gökten kar tanesi düşer,
Yağmur olur bulutlar
Ve güneş parıldar
İnsanlar görmemeye devam eder


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Şiirler yazılmış şehirlere
Denizinden geçen gemilere
Ben hiç hissedemedim
Bir şehrin kalp atışını
Kendi kalp atışımda
Hiç bakamadım o gözle
Denizden geçen gemilere

Oysa ne kadar çok isterdim
Pembe görmeyi şu dünyayı
Mutluluk dolu şarkılar yazmayı
Sahile oturup tek başıma
Sadece denizi, şehri düşünmeyi
Gelene geçene inat
Sadece güzellikleri görmeyi
Ne kadar çok istedim
Bir kadına bakıp da
Sadece asaleti sezmeyi

Ama korkular sardı içimi
Yalnız görünmek istemedim
Boğazdan geçen gemilere
Ya bakan olur da görürse beni
Hakkımda konuşursa
Fısıldarsa adımı göklere
Çaresizliğimi gösterirse

Nasıl kazanırım bu savaşı
Adım çıkarsa yalnıza
Ne der o zaman insanlar
Bir bakışta beni
Bir bakışta içimi
Çözdüğünü sanan o insanlar

Hiç gidemedim sahile
Denize bakıp da şöyle
Yazamadım şiirler
Bir kadını karşıma alıp da
Çizemedim resimler

Ne ressamım ne şair
Ne yalnızım ne de korkak
İnsan olmamdan başka
Yoktur hakikat



18 Mayıs 2013 Cumartesi

Kadehimi yalnızlığa kaldırıyorum, şerefe! Şerefe ey yalnızlık, beni hiçbir zaman yalnız bırakmadın, şerefe! Kadehimi eski olan her şeye kaldırıyorum, şerefe! Şerefe eski sandık, şerefe hatıralar, şerefe unutulamayan aşklar. Hepimiz adına şerefe! Çünkü biliyorum ki hiçbir şey sonsuz değil ve hiçbir şeyin bir sonu yok. Bu garip bir ikilem. Bir aşk asla bitmez, ama asla da sonsuza dek sürmez. Zaten aşk nedir ki? Kafamızda yarattığımız bir çıkmaz, bir boşluk. İnsan içinde bir boşlukla doğar, ve onu doldurmanın en kolay yolu aşktır. ruh ikizini bulmak... Ne kadar da saçma, herhangi bir insanla anlaşmak mümkünmüş gibi, bir de ruh ikizi bulmaya çalışırız umutsuzca. Dönüp bakıyorum da geçmiş, yaşanmış her şeye. Ne kadar da boş, ve anlamsız. Sadece kafamda var olan şeyler, belki o öpücük sadece benim kafamda. Belki de yarattığım kadın sadece benim kafamda, bunu asla bilemeyeceğim. Çünkü başka bir ölümlü asla buna bir kanıt olamaz. Bir insanın sen onu sevmiyorsun veya sen onu deli gibi seviyorsun demesi anlamsız. yok olacağız hepimiz. Bırak da ben karar vereyim hislerime, bırak ben söyleyeyim sevip veya sevmediğimi. Yargılarından kurtul be arkadaş. Hep senin yargıların yüzünden bu içimdeki kötü his. Sen olmasaydın eğer sorgulardım hislerimi. Karşı çıkar veya kabullenirdim. Özgür bir karar verirdim ve neden diye sorabilirdim rahatça. toplumsun sen be arkadaş. Toplumun ta kendisi sende vücut bulmuş ve beni yargılıyor. Her kelimesi bana batıyor yorumunun ama senden fikir almadan da edemiyorum be arkadaş. Bir yanım diyor ki her şeyi bırak ve git uzaklara. Kendinden kaçabilecekmişsin gibi uç uzaklara. Bırak bu dünyanın küçük oyunlarını. Aşkı, parayı, dostluğu... Bunlar hep küçük küçük kandırmacalar. Seni topluma ve hayata bağlayan. cahilliğin sayesinde seni daha mutlu bir birey yapan değerler bunlar hep. Ah aklım! Ne kadar da istiyorsun görmeyi imkansızı. Elde etmeyi, tüketmeyi. Ne kadar çok seversin sen yeni tatları denemeyi. Yeni şeyler öğrenmeyi... Lakin bu vücut sana uygun yaratılmamış. Elinden gelmiyor yeni tatlara koşmak. Mümkün değil ki eskileri unutmak. Ah bir yeni başlangıç olsa ve sıfırdan temiz bir sayfayla başlayabilsek şu hayata. Çocuklukla.. Aşkı yeni öğrendiğimiz, kadınları yeni tanıdığımız ve hayata yeni atıldığımız zamanlar. O zaman sımsıkı sarılırdım belki birine... Kimbilir belki aşka, belki kadın veya hayata. Ama sarılırdım herhangi birine, ki beni bağlayan bir şeyler olsun şu dünyada. Arzularımın bir sonu olurdu belki o zaman... Sımsıkı sarılsam yaşamaya, hissederdim gerçek hayatı. Sımsıkı sarılsam bir kadına, öğrenirdim sevişmeyi, tüm hücrelerimle. Ve sımsıkı sarılsam bir aşka, belki o zaman elimde tutardım en değer verdiğim varlığı. Ama gelmemişim bu dünyaya, birilerine sarılma amacıyla. Keşke sarılacak bir dal olsam, bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir yerde, bilmediğim bir insan için...

9 Mayıs 2013 Perşembe

O "An"

Her zaman bir umut vardır. En beklenmedik anda, en ummadığın yerde hem de hiç aklında yokken belirir o ışık. Belki bir gülüş, belki bir bakış, belki de bir şarkıdır sana umudu getiren. Bir manzaranın güzelliği, bir ağacın yeşilliğidir umut. Hayata anlam veren herhangi bir şey. En dibe vurduğunda, hayatın anlamsızlaştığında çıkar karşına. Belki bir ilahi güç, yıldızlarla süsleyip geceyi, o anı, o şehri, senin için hazırlar. Ve sen, tüm olanlardan habersiz, düşersin senin için hazırlanmış o an'a. O an belirler hayatının akışını, aşkı, geceyi, ve geleceği. Gülümser sana hayat, tüm o yalnız geçen geceler için. Umutsuzluğunu yarattığın o geceler için. Karanlık odana doğar o an güneş. Belki bir dosttur, beraber hüzünlendiğin gelip geçmiş tüm aşklara. Ya da bir yabancı, seninle neşeni paylaşan, hiç bilmediği bir yerde, hiç bilmediği bir dilde. En mutsuz olduğun anda gelir kapına, en çok özlediğin şey: içten bir gülüş. Gelenin ne olduğu önemli değildir, ne getirdiği önemlidir. Bir armağanın değeri göründüğü değil, hissettirdiğidir. İşte bu yüzdendir ki, bu dünyada hiçbir hediye, seni mutlu eden bir gülüş, bir bakış veya içine işleyen bir şarkı değerinde değildir. Umutsuzluk çukurunda yuvarlanmak, bir gün bir umudun seni o çukurdan alıp çıkaracağı anlamına gelir. Eğer ki en dibi hissediyorsan kalbinde, bil ki hayat sana o an'ı yaratmak için, sabırla çalışıyordur. Sana rağmen, umudun kalbine dolacağı geceyi yıldızlarla süslüyordur. Ah keşke hepimiz, hayat kadar sabırlı olabilsek. Mutsuzluk, umutsuzluk ruhumuzu alt üst etmese. Maalesef hiçbirimiz de o sabır yok. Belki de o an'ı değerli kılan bu sabırsızlıktır, kim bilir. Gelen değerli değildi bu gece, ancak değerli hissettirdi. Aylardır kurduğum geleceğim değil belki o. Belki en yanlış yer, en yanlış zaman ve en yanlış insan bu mutluluk için. Hayatın ne tasarladığını asla bilemeyeceğim, ama bana ne sunarsa sunsun, mutlu olduğum için de mutsuzluğu tattığım için de mutluyum.

16 Nisan 2013 Salı

Muhtacız

Geri dönmek istiyorum, daha iki hafta önce hissettiğim o umursamaz mutluluğa. Ama yapamıyorum bir türlü, geri dönemiyorum. Hiç aklıma gelir miydi böyle bir dibe vuruş, ortada hiçbir şey yokken. Yoksa ortada hiçbir şeyin olmaması mıydı beni üzen. Paylaştığım, paylaşacağım hiçbir şey kalmaması mıydı, bilemiyorum. Dışarıdan mutlu ve başarılı görünen ama içten içe "Ben mutsuzum, ben başarısızım." diye haykıran daha kaç hayat vardır kim bilir. Durmak nedir bilmez mi bu düşünceler, biraz olsun dinsin şu kafamdaki anlamsız haykırış. Neye veya kime olduğu bilinmeyen imdat çağrısı dinsin artık. Özlemedin sen geçmişteki hiçbir şeyi, insan özlem duymaz hiçbir şeye, tüketmek ister. Ve geçmişte neyi tükettiysen, harcarken aldığın o keyfi tekrar tekrar, hatta daha fazlasını, yaşamak istersin. Budur senin gerçeğin işte. Ne kadar reddedersen et budur. İçten içe kemirir seni bu gerçek, bilmiyor olabilirsin ama ben biliyorum içindeki o tüketme aşkını. Bulamadım bu aralar tüketecek hiçbir şey. Sömüremiyorum hiçbir duyguyu aylardır. Üzemiyorum, mutlu edemiyorum, şaşırtamıyorum hiç kimseyi aylardır. Eğer bir olayın içinde değilsem, eğer sömüren veya sömürülen değilsem nedir ki yaşamak. Boşluk. Yakınlık dediğin bir insana seni üzme yetkisini vermektir. Muhtacım o yetkiyi vermeye, muhtacız hepimiz. eğer ağlamak yoksa gülmenin bir anlamı da yok. Nefret edilmek yoksa, sevilmek de yok. Ve eğer seni üzecek kimse yoksa şu dünyada, seni mutlu edebilecek de kimse yok. Muhtacız

9 Mart 2013 Cumartesi

Geri çekilmek olmaz
Yakışmaz sonuçta adama
Hayatın üstüne gitmek lazım
Bu yazılmamış mı zaten kitapta

Ben yazmadım yazımı
Büyümüşüm kalıplarla
Toplum almış aklımı
Nasıl koşayım bu korkularla

At gözlüğü dedikleri
Ne de güzel uyarmış insana
Sanırdım ki düşünürüz
Doğruyu da yanlışı da

Neden sonra öğrendim
Soruların cevaplarının olmadığını
Ve de uykusuz gecelerin
Sorulardan başka bir şey yaratmadığını

Ama inat bu değil mi sonuçta
Yürümek lazım hayata, inadına
Fakir olur insan eğer şanslıysa
Ya da kör bir zengin olur
Ne yazıktır ah ona


27 Şubat 2013 Çarşamba

Güzel bir şiir

Güzel bir şiir yazmak isterdim
içinde keder, mutluluk, aşk olsun
Tek bir dizesi bile bir ömür olsun
Dilden dile söylene dursun

Güzel bir şiir yazmak isterdim
kumral bir afetten öte
Binbir renkte, binbir çeşitte
İçinde renkli çiçekler olsun

Güzel bir şiir yazmak isterdim
Eski şarkılardan bir mısra
Anılardan bir iz ısrarla
Kalbimi neş'eyle doldursun

Güzel bir şiir yazmak isterdim
Sevdiğim tüm kadınlara
Saç telinden, ayak tırnağına
Gül açan tenlerine armağan olsun

Bir vücut ki bedenden
Apayrı, uzak olsun
Tüm aşklarım bir anda
Aynı şiirde,yalnızlıkta, can bulsun

Ah şu yalnızlık
Ne yaman acıdır
su yok susuzluk yok
Ne dayanılmaz ataştır

Ses yok sükunet yok
Hece yok, sözcük desen
Bir demet solmuş gül,
Ondan da hayır yok

Ah şu tekbaşınalık
Yakacak yeri yok
Kelimesi, hecesi
Bir sesi bile yok

Nefesi olsa
Ciğeri yok
Sevse bile
Kalbi yok

Ah şu hayat
Sorusu çok,
Soranı çok,
Ama cevabı asla yok

Bizi mi kandırıyorsun
Üç günlük hayat
Buncacık aklınla
Beni mi sınıyorsun hayat




31 Ocak 2013 Perşembe

Varsayım

Varsayımlar üzerine kurulu
Bu dönen garip küre
De ki boşluktayız
Kim bulabilir ki çare
Dolu nedir bilmezken
Savrulan boş vücutlar
De ki buldum!
Var hayatın bir amacı

ama

Yoktur bu amacın
Derdi de kederi de
Yoktur yok olmaya
ancak,
Yediğimiz ekmek nerde

Çaresi ne yardadır
Ne serde
Ne de hüzün kokan
O metelikte
Zaten bana sorarsan
O çare de hikaye

İnce bir ipin üstündeyiz
İpince
Düşmek mi ölüm
Yürümek mi
Asıl soru bu işte

Ölüm de anidir yaşamak da

Her anın içinde gizlidir
Uzaklarda arama
Sen hayal içinde yüzerken
O seyreder dışarda
Sanma senden uzaktadır
Ya da yakınında
Arayan niceleri bulamadı
Sen de medet umma
Ölüm de anidir
Yaşamak da

17 Ocak 2013 Perşembe

Yalnızlık bir çığ

 Günden güne değişen duygular ve dur durak bilmeyen düşünceler. Bu kadar tutarsız mıdır insan her zaman. Durulacak bir liman, bir son durak arıyoruz milyarlarca bedende. Sadece aşk değil mevzu, aşktan öte hatta her şeyden öte bir şeyler olmalı. Göklerde kanat çırpan bir martı, veya yere düşen bir su damlası. Ne kadar da bağımsız bizden, biz onlara o kadar bağımlıyken. Sen bir yıldız da dünyanın anlamını bulabiliyorken, o bundan bihaber varlığını sürdürmekte. Oysaki neler hissetmişti; bir anne, bebeğini ilk defa kucağına aldığında, bebek bir yıldız kadar habersiz olsa da bundan. Gözyaşlarını tutamamıştı ikisi de, biri aşktan diğeri yalnızlıktan. 

 Ne büyük koşturmaca ama, düşünceler hiç susmuyor, ancak  ne dediğini de bilmiyor insan. Duygular, fikirler, yenilgiler...  Ortalıkta bir savaş yokken hissedilen o ağır yenilgiler. Karşındaki varlığından bile habersizken yaşadığın o mağlubiyetler. İnsanlar sevilmek ister, şefkat gösterilmesini, fikirlerinin onaylanmasını ister. Bazen ise sadece yanında susacak birini ister. Onunla birlikte sessizce oturacak biri. Dedim ya, düşünceler zaten susmuyor içimizde ama onları da anlamak epey zor, anlatmaksa imkansız. Bir boşluğu nasıl anlatabilirsin, içindeki boşluğu bulamayan birine. Nasıl açıklarsın o içinde dolu dizgin koşan atları, ruhsuzca hayatını yaşayan birine. Bir yalnızlık düşün ki içini titretsin. Bir yalnızlık ki bu kemiklerinde hissedesin. Bir yalnızlık büyük kalabalıklardan doğan. Sayı arttıkça daha da katlanan. Bu yalnızlık bir çığ, biz hayata en tepede başlamışız bir kar tanesi olarak sonumuz bir çığ.